San Francisco Temyiz Mahkemesi yargıçlarından Ernest Goldsmith; santrallere, kamu hizmeti sağlayıcılarına ve çevreyi kirleten kuruluşlara verilecek finansal teşviklerle seragazı emisyonlarının azaltılmasını amaçlayan, ABD’nin en iddialı projesinin geçici bir süre durdurulmasına karar verdi.
Goldsmith’in Cuma günü verdiği kararın gerekçesi ise hava kalitesi düzenleyicilerinin Californiya’nın küresel ısınma kanunu AB 32’nin yapı taşlarından emisyon üst sınırı ve ticareti sistemine (cap-and-trade) farklı alternatifler üretememesi.
Goldsmith alternatifler üzerinde düşünülmemesinin eyalet çevre kanunu ihlal ettiğini belirterek, Kalifornia Hava Kaynakları Kurulu’nun (California Air Resources Board) uygulamaya koymadan önce planı yeniden gözden geçirmesini talep etti.
Kurul, planı Aralık ayında kabul etmişti. Çevre için adalet isteyen bazı gruplar programın görece daha fakir bölgelerde bulunup da çevreyi kirletenlerin başka bölgelerdeki projelerden karbon kredileri satın alarak daha çok kirliliğe yol açacağı iddiasıyla karara yasal yoldan itiraz etmişlerdi.
Ayrıntılar için:
http://news.yahoo.com/s/ap/20110322/ap_on_re_us/us_california_greenhouse_gases
Siemens’in sponsorluğunda hazırlanan ve bağımsız bir kuruluş olan The Economist Intelligence Unit (EIU) tarafından yürütülen Asya Yeşil Şehir Endeksi (Asian Green City Index) araştırmasına göre megakent Singapur Asya’nın en yeşil metropolü oldu.
Son birkaç ayda yapılan araştırma çerçevesinde EIU, 22 büyük Asya şehrinin çevreyi ile iklimi koruma hedeflerini ve bu hedeflerin ne kadarını başardığını inceledi. Bu değerlendirmede Singapur diğer şehirleri geride bıraktı. Araştırmanın sonuçlarına göre öteki Asya şehirlerinde de çevre bilinci ile iklimi koruma politikaları giderek artan bir öneme sahip.
2009’da yapılan Avrupa Yeşil Şehir Endeksi’ne göre Kopenhag (Danimarka), 2010’da yapılan Latin Amerika Yeşil Şehir Endeksi’ne göre ise Curitiba (Brezilya) en yeşil şehir seçilmişti.
Ayrıntılar için:
http://www.deccanherald.com/content/146631/singapore-asias-greenest-metropolis.html
Uzmanlara göre BM, Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi bölgelerde su kıtlığından dolayı yaşanabilecek çatışmaları önlemek için bir “su diplomasisi” geliştirmeli.
Uzmanlar, BM Güvenlik Konseyi’nin, iklim değişikliği ile nüfus artışı gibi nedenlerden dolayı gelecekte daha çok talep görecek Mekong ve Nil gibi pek çok ülkenin yararlandığı nehirlerde işbirliği geliştirmek için çözümler bulması gerektiğini ifade ettiler.
UN-Water Başkanı Zafar Adeel bu hafta Kanada’da yapılacak su ve güvenlik konulu toplantıdan önce Reuters ajansına yaptığı açıklamada, “Su mevzusunun BM Güvenlik Konseyi’ne uygun bir konu olduğunu düşünüyoruz” dedi.
BM tarafından yapılan araştırmalara göre 2025 yılında 30 ülkede su kıtlığı yaşanacak. Bunların 18’i Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri. İsrail ve Somali gibi ülkelerin bulunduğu listeye Mısır ve Libya da eklendi.
Ayrıntılar için:
http://www.reuters.com/article/2011/03/20/us-climate-water-idUSTRE72J2W620110320?pageNumber=1
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) Çin temsilcisi Michael O’Leary Cuma günü yaptığı açıklamada, “Şu anda reaktörlerin hemen yakınında bulunan bölgenin dışında ciddi miktarda radyasyonun bulunduğuna yönelik bir bulgu yok” dedi ve ekledi: “Ancak olayın yavaş yavaş gelişme gösterdiğinin farkındayız. Olup bitenleri yakından takip etmeliyiz. Zaman içinde ne olacağını göreceğiz.”
Japonya’daki böylesi bir olayın Çin’e olan etkisinin düşük bir düzeyde olacağını da belirten O’Leary yine de reaktörden yayılan radyoaktif maddenin miktarı ile hava koşulları ve rüzgarın Çin’in durumunda belirleyici bir etkisi olacağını söyledi.
http://www.reuters.com/article/2011/03/18/us-japan-quake-china-idUSTRE72H0RF20110318
Japonya Rüzgar Enerjisi Birliği Başkanı Yoshinori Ueda’nın açıklamaları geçtiğimiz hafta yaşanan depremin ardından ülkedeki enerji açığının kapatılması için rüzgar santrallerinin çalıştırılmasının istendiğini ortaya çıkardı.
Ueda ayrıca, tsunami ve depremin ardından elektrik şebekesinde ortaya çıkan sorunlardan ötürü bazı rüzgar türbinlerinin durduğunu ancak çoğunun deprem sonrasında dahi tam kapasiteyle çalıştığını belirtti.
Ayrıntılar için:
Avrupa Rüzgar Enerjisi Birliği (EWEA) konferansında konuşan AB İklim Komiseri Connie Hedegaard, nükleer enerji ile ilgili yaşanan sorunların ardından rüzgar ile güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji alternatiflerinin daha çok ilgi çekmeye başladığını belirtti. AB’de 143 nükleer enerji santralinin olduğunu ve bu santrallerin birden ortalıktan kaybolmayacağını ifade eden Hedegaard, “Ancak yeni enerji kapasitelerinden söz konusu olduğu takdirde Japonya’da yaşananlardan etkilenileceği muhakkak” dedi.
Hedegaard, AB’nin 2020’ye kadar seragazlarını %20 oranında azaltma ve enerjisinin %20’sini yenilenebilir kaynaklardan elde etme hedeflerine bağlı kalındığı takdirde, üye devletlerin enerji konusundaki seçimlerinde özgür olduğunun altını çizdi.
Çin ve Almanya Japonya’daki nükleer krizin ardından nükleer projelerini askıya almıştı.
Ayrıntılar için:
http://www.guardian.co.uk/environment/2011/mar/17/wind-cheaper-nuclear-eu-climate
Geçen hafta Ankara’daki Ukrayna-Türkiye enerji çalışma grubunun toplantısında, ülkeler Karadeniz’de hidrokarbon aramak için işbirliği anlaşması imzaladı.
Teknoloji ve bilgi paylaşımında da bulunacak taraflar hidroelektrik enerji başta olmak üzere yenilenebilir enerji sektöründe fırsatlardan yararlanmak için teknik anlamda işbirliği yapma kararı aldı.
Kaynak: BBC Monitoring
Karbon piyasası analiz şirketi Orbeo analistlerinden Emmanuel Fages’a göre Japonya, ülkeyi yerle bir eden depremin ardından bir “force majeure” ilan ederek Kyoto Protokolü’nün zorunlu kıldığı emisyon izinlerinin maliyesine ek bir külfet getirmesini engelleyebilir.
Depremin nükleer reaktörlerine zarar vermesinin ardından fosil yakıt alternatiflerine yönelmek zorunda kalan Japonya, 74 milyon metrik ton CO2 emisyon salabilir. Bu durumda ise, her bir tahsis edilmiş birim karbon (UAA) için 5 euro ödeyecek ülkenin, toplamda 370 milyon euro (516 milyon dolar) ücret ödemesi gerekecek.
Ancak “force majeure” ilan edilirse, Japonya kontrolü dışında meydana gelen olaylardan dolayı Kyoto Anlaşması’nın yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğini ifade etmiş olacak.
Ayrıntılar için:
AB karbon kredileri, Japonya’daki nükleer santral krizi ve Alman hükümetinin ülkedeki nükleer santrallerin işletme sürelerinin uzatılmasına yönelik yasayı askıya almasının ardından tavan yaptı.
Kimilerine göre bu yükselişin sebebi, Japonya’daki nükleer krizin doğal gaz talebini artıracak olması. Doğal gaz fiyatlarındaki artış ise Avrupalı enerji üreticilerini karbon oranı yüksek kömüre yöneltecek. Bu durumda şirketler karbon emisyonlarını telafi edebilmek için daha çok kredi almak isteyecekler.
Karbon izni fiyatlarının artmasında etkili olan bir diğer faktör de Almanya’nın ülkedeki nükleer reaktörlerin işletilmeye devam etmesini sağlayacak yasayı askıya alması oldu. İzinlere olan talep, Almanya’nın kısa vadedeki nükleer enerji açığını kömüre yönelerek kapatabilecek olmasından dolayı artış gösterdi.
Karbon fiyatlarındaki uzun vadeli artışlar, karbon oranı yüksek enerji alternatiflerinin de pahalılaşmasına yol açacak ve düşük karbonlu enerji projelerini daha cazip hale getirecek.
Ayrıntılar için:
http://www.businessgreen.com/bg/news/2033960/carbon-price-spikes-japan-nuclear-crisis
ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA)’nın açıkladığı rakamlara göre 2009 yılında ABD’nin saldığı karbon miktarı %6 oranında düşüş gösterdi. Bu da 2000 yılındaki seragazı seviyesinin %8 aşağıya çekildiğini gösteriyor.
Ancak dünya genelinde salınan karbon miktarı 2000 yılı seviyesinin %25 üstüne çıktı. Gelişmekte olan ülkelerin bu yükselişte büyük etkisi olurken, bu artışın yarısı yalnızca Çin yüzünden meydana geldi.
Forbes dergisi’nde yazan ve Heartland Enstitüsü’nde çevre politikaları uzmanı olan James M. Taylor, “Küresel emisyon eğilimlerini yakından incelediğimizda, ABD’nin karbondioksit kısıtlamasına giderek kendisini ekonomi yönünden cezalandırmasının ne kadar gereksiz bir şey olduğunu görüyoruz” dedi.
Çin’in karbon emisyonları her yıl %10 oranında artış gösteriyor. 2010 yılında ise aynı ülkenin bütün bir Batı Yarımküresi’nin saldığından daha çok emisyon saldığı tahmin ediliyor.
Taylor, “ Bu da demek oluyor ki ABD ile Batı Yarımküresi’ndeki ülkelerin tamamı dahi karbon emisyonlarını tamamıyla sonlandırsa, tek başına Çin emisyonlarındaki artış on yıl içinde bu hareketi sonuçsuz bırakır” dedi.
Ayrıntılar için: