17 en büyük ekonomi arasında bir platform olarak kurulan Major Economies Forum’un (MEF) enerji ve iklim toplantısında konuşan AB İklim Komiseri Connie Hedegaard, “İyi haber hukuki bağlayıcılığı bulunan bir anlaşmaya ihtiyaç olduğunun genel olarak fark edilmesi. Kötü haberse Durban’da böyle bir anlaşma imzalanmayacak” dedi.
Kyoto Protokolü’nü onaylamayan ABD’nin iklim değişikliği baş müzakerecisi Todd Stern ise ABD olarak, hukuki bağlayıcılığı bulunan bir anlaşmanın yakın zamanda imzalanmasına gerek duymadıklarını belirtmişti.
Çizdiği bu kara tabloya rağmen Hedegaar, Durban’daki iklim değişikliği zirvesinin gemi taşımacılığı ve havacılıktan kaynaklanan seragazı salınımıyla mücadele etmeye odaklanabileceğini belirtti. Havayolları önümüzdeki yıldan itibaren AB Emisyon Ticaret Sistemi’ne dahil olacak; ancak gemi kaynaklı seragazlarıyla mücadele etme konusunda henüz hatırı sayılır bir gelişme sağlanamadı.
Ayrıntılar için:
http://www.guardian.co.uk/environment/2011/apr/28/durban-climate-deal-impossible
Birleşmiş Milletler’in İstanbul’da önümüzdeki ay düzenleyeceği En Az Gelişmiş Ülkeler (LDC) Konferansı, iklim değişikliğini bu ülkeler için hazırlanacak İstanbul Eylem Planı’nın ana gündem maddelerinden biri olarak kabul edecek.
BM bu konferansla birlikte LDC’lerin Eylem Planı’nda iklim değişikliği, bu değişiklikle mücadele ve bu yolda alınacak uyum tedbirlerine ilk defa yer vermiş olacak. Daha önce düzenlenen üç konferansta da iklim değişikliği LDC’lerin karşılaştığı ciddi bir problem olarak yer almamış ve öncelik taşımamıştı.
10 yılda bir düzenlenen BM En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı’nın ilki ve ikincisi 1981 ve 1990 yıllarında Paris’te, üçüncüsü ise 2001 yılında Brüksel’de düzenlenmişti.
9 Mayıs’tan 13 Mayıs’a kadar sürecek İstanbul Konferansı’nda 10 yıllık Brüksel Eylem Planı’nın sonuçları değerlendirilip LDC’lerin önümüzdeki on yıl içinde izleyeceği sürdürülebilir kalkınma stratejileri belirlenecek.
LDC Istanbul konferansı için belirlenen öncelikler arasında tüm toplumu kapsayan üretim kapasitesinin artırılması; altyapı ve enerjiye önem verilmesi; bilim ve teknoloji ile bilgi ve iletişim teknolojilerinin teşvik edilmesi, emtia ve ticaretin geliştirilmesi; insanlığın ve sosyal kalkınmanın, cinsiyet eşitliğinin ve kadınların güç kazanmasının sağlanması yer alıyor. Gıda güvenliği, çevresel sorunlar, kalkınma ve kapasite artırma hedefli finans kaynaklar da LDC’ler için belirlenen öncelikler arasında bulunuyor.
Ayrıntılar için:
http://www.myrepublica.com/portal/index.php?action=news_details&news_id=30712
Rusya, 2012 yılı içinde toplanacak ve fakir ülkelerdeki iklim değişikliğine uyum projelerine harcanacak 30 milyar dolarlık fona destek olması için BM tarafından zorlanamayacağını belirtti.
Rus hükümetinin çevre yetkililerinden Alexander Frolov, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Bonn’daki merkezine yolladığı mektupta “İklim değişikliklerini finanse edebilmek için yapılacak katkının hacmi ve şekli Rusya Federasyonu tarafından belirlenecektir” dedi.
Cancun’da alınan kararla gelişmiş ülkelerin bu fona destek olması istenmişti. Ancak Frolov, Christiana Figueres’e hitaben yazdığı mektupta, fona gelişmiş ülkelerin katkıda bulunması istemiştir, “piyasa ekonomisine geçiş sürecinde olan Rusya değil” dedi.
Ayrıntılar için:
Kraliyet düğünü yaklaşırken Prens William ile Kate Middleton’ın düğünlerinin ne kadar yeşil olacağı merak ediliyor. 1,900 davetliyle gerçekleştirilecek muhteşem organizasyon sırasında büyük miktarda seragazı salınımı yapılacağı tahmin ediliyor. Ancak çift, çevreye verilecek zararın en aza indirgenmesi için adımlar atıyor.
Yine de bu tavır o kadar da sürpriz değil. Çünkü damadın babası Prens Charles da ateşli bir çevreci. BM’yi iklim değişikliğinin zararlarına karşı uyaran Prens Charles, yağmur ormanlarını korumak için Prens’in Yağmur Ormanları Projesi’ni hayata geçirmişti. Prens Charles, geçtiğimiz yıl da Londra’da bulunan 180 yıllık evinin çatısına 32 adet güneş paneli yerleştirmek için belediyeden izin almıştı. Prensin lüks arabalarında biyoyakıt kullandığı da biliniyor.
Babası gibi Prens William da çevreci yanını gösterdi ve çift, düğün hediyeleri kabul etmek yerine gelirleri 24 hayır kurumuna bağışlanmak üzere bir hediye fonu oluşturdu. Bu yardım derneklerinin dördü ise çevrenin korunmasına yönelik çalışmalar yapıyor.
Ayrıntılar için:
Güney Koreli Samsung Grubu’ndan Çarşamba günü yapılan açıklamaya göre şirket, ülkede kurulacak ve rüzgar enerjisi jeneratörleri, güneş pilleri ve enerji depolama sistemleri üretecek yeşil enerji sanayi parkı inşasına 7.6 trilyon Güney Kore wonu (7.01 milyar dolar) yatırım yapacak.
Ayrıntılar için:
Danimarka’da bir konferansta konuşan Rusya Başbakanı Vladimir Putin, “Kuzey Akım doğalgaz boru hattının yeraltındaki kısmının inşası Mayıs ayının ortasında tamamlanacak” dedi.
Rusya Kuzey Akım ile Avrupa transit seçeneklerini çeşitlendirmeyi hedefliyor. İkili boru hattı, Finlandiya Körfezi kıyılarından Baltık Denizi yoluyla Almanya’ya kadar uzanacak.
2010 yılı Nisan ayında başlayan Kuzey Akım boru hattı inşası Rusya, Finlandiya, İsveç, Danimarka ve Almanya’daki ekonomi bölgelerinden geçecek. Boru hattı konsorsiyumu ilk hattın %92’sinin tamamlandığını ve Avrupalı müşterilere bu yıl gaz verilmeye başlanacağını açıkladı. İkinci hat ise 2012 yılının sonlarına doğru faaliyete geçecek.
Ayrıntılar için:
Uluslararası araştırma şirketi Gallup tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre ABD’li katılımcıların yarıdan fazlası küresel ısınmayı “ciddiye yakın” ya da “çok ciddi” bir sorun olarak nitelendirdi. Yine de, geçtiğimiz sene küresel ısınmayı bu şekilde değerlendiren katılımcıların oranı 2007-2008 yıllarındaki %63’lük oranın çok aşağısında, %53 olarak belirlendi.
Avrupa’da da küresel ısınma ile ilgili endişelerin azaldığı gözlendi. Fransa’da küresel ısınmadan endişe duyanların oranı geçtiğimiz sene, 2007-2008’deki %75 oranından çok daha aşağılarda, %59 olarak belirlendi.
Ancak bu oran dünya genelinde küresel ısınma dolayısıyla tasalananların oranı olan %42 ile kıyaslandığında yine de yüksek bir oran olarak değerlendirildi.
Ankete göre küresel ısınma konusunda en çok kaygılanan ülke Yunanistan olurken, Yunanistan’ı ise küresel ısınmadan kaynaklanan sellerle boğuşan Ekvador ve Venezuela gibi ülkeler izledi.
Ankette ayrıca, Haiti, Yemen ve Liberya gibi okuma yazma oranının düşük; yoksulluk ve siyasi istikrarsızlığın hakim olduğu ülkelerde ise iklim değişikliğinden pek endişe duyulmadığı ortaya çıktı.
Ayrıntılar için:
Salı günü açıklanan verilere göre Japonya’nın seragazı emisyonları 2010 yılının Mart ayına kadarki bir yıllık dönemde en düşük seviyeye indi. Ancak beklentiler dahilinde olan ekonomik yavaşlamaya rağmen, geçen ay yaşanan deprem ve tsunami felaketlerinin ardından ülkenin nükleer enerji açığını kapatmak için fosil yakıtlara yönelmesi halinde bu yıl salınan emisyon oranı artış gösterebilir.
Ayrıntılar için:
http://www.trust.org/alertnet/news/japan-greenhouse-gas-emissions-hit-record-low-in-200910
Çin Halk Cumhuriyeti’nin BM iklim değişikliği müzakerecisi Xie Zhenhua, iklim değişikliğine yönelik bir kanunu hazırlama aşamasında olduklarını ve Çin’e en uygun düşük karbonlu kalkınma yolunu bulacaklarını belirtti.
Çin, Mart ayında da ülkenin en yüksek yasama organı olan Ulusal Halk Meclisi’nde 12. beş yıllık kalkınma planını kabul etmişti. Plana göre Çin beş yıl içinde GDP birimi başına enerji tüketimini %16, CO2 emisyonlarını ise GDP birimi başına %17 oranında azaltacak. Xie’ye göre bu hedeflerin “yurtiçinde yasal olarak bağlayıcılığı” bulunuyor.
Ayrıntılar için:
http://news.xinhuanet.com/english2010/china/2011-04/27/c_13847244.htm
Gelişmiş ülkelerin 1990’dan bu yana aşağıya çektiği karbon miktarının etkisi, Çin gibi gelişmekte olan ülkelerle yaptıkları ithalat hesaba katıldığında neredeyse sıfırlanmış durumda.
CICERO (Centre for International Climate and Environmental Research in Oslo) tarafından hazırlanan ve Pazartesi günü Proceedings of the National Academy of Sciences’ta yayınlanan bir araştırmanın sonuçları, uluslararası ticaretin Kyoto Protokolü dönemi boyunca ulusal karbon ayakizlerini nasıl değiştirdiğini gözler önüne seriyor. Çünkü protokol, üretim sırasında açığa çıkan emisyonları, ürünlerin tüketildiği yerler yerine üretimin yapıldığı ülkeye bütçeliyor.
Ancak bu durumda zengin ülkeler, emisyonlarını sadece ülke dışına çıkardııkları ve gelişmekte olup Kyoto hedeflerinin hukuki olarak bağlayıcılık taşımadığı ülkelerden giderek daha çok ithalat yaptıkları halde, emisyonlarını azalttıklarını ya da istikrarlı bir hale getirdiklerini haksızca iddia edebiliyorlar.
Standart verilere göre gelişmiş ülkeler ortak emisyonlarını 1990 ve 2008 yılları arasındaki dönemde yaklaşık %2 oranında azalttıklarını ifade ediyorlar. Yalnız, her ülkenin ithalatının karbon maliyeti hesaba katılıp, ihracat maliyeti hesaptan çıkarılırsa aslında emisyonlarda %7 oranında bir artış olduğu ortaya çıkıyor.
Gelişmiş ülkelerdeki emisyon artışının en büyük sorumlularından ABD, Kyoto Protokolü’ne binaen emisyonlarını %7 oranında azaltacağını taahhüt etmiş fakat daha sonra protokolü onaylamamıştı. 1990 ve 2008 yılları arasında ülkenin emisyonları %17 oranında arttı. İthalat ve ihracat dikkate alındığında ise bu oran %25’i buluyor.
Aynı dönemde normal şartlarda, AB emisyonlarında %6 oranında bir azalma meydana geldi ne var ki bu iki etken göz önüne alındığında AB’de yalnızca %1’lik bir azalmanın yaşandığı ortaya çıktı.
Bu araştırma, ithal ettiğinden daha çok karbon-yoğun ürün üreten ülkelere yönelik farklı bir bakış açısı getiriyor. Buna göre büyümesini ihracat temelli sanayilerden güç alarak gerçekleştiren ve dünyanın en fazla karbon salan ülkesi diye bahsedilen Çin’in karbon ayakizi, ithalatı ve ihracatı hesaba katıldığında yarısına kadar düşüyor. Bu da onu sıralamada ABD’nin oldukça gerisine yerleştiriyor.
Çevreciler uzun süreden beri küresel karbonun, ürün ve hizmetin üretiminden ziyade tüketimi baz alınarak hesaplanması gerektiğini savunuyorlardı. Böyle bir sistemi devreye sokmanın önündeki bir engel ise ticari mallardaki emisyonların akışını doğru bir şekilde takip etmenin zorluğu. Bir diğer engel de tüketici ülkelerin ithalatları dolayısıyla bütün sorumluluğu alamayacakları ve almamaları yönünde fikir beyan eden politikacıları. Böyle düşünenlere göre tüketici ülkelerin yabancı topraklarda bir karar verme yetkisi bulunmuyor ve olsa bile ticaretten hem üretici hem de tüketici ülkeler faydalanıyor. Bu nedenle iki tarafın da bu sorumluluğu paylaşması gerekiyor.
Ayrıntılar için:
http://www.guardian.co.uk/environment/2011/apr/25/carbon-cuts-developed-countries-cancelled