Hisse senedi fiyatlarının radyoaktif sızıntı şüphesiyle düşmesinin ardından EDF’den yapılan açıklamada Fransa’da bulunan nükleer santrallerinin hiçbirinde bir sızıntı olmadığı bildirildi.
Fransa, enerji ihtiyacını karşılamak için nükleer enerjiden en fazla yararlanan Avrupa ülkesi olunca, Fukushima’daki krizin ardından Fransız yetkililerin benzer bir kazayı önlemek için yeteri kadar çabalayıp çabalamadığından endişe ediliyor.
Bunun üzerine, devlet kontrolündeki elektrik şirketinden bir sözcü, Nisan ayında Paluel santrallerindeki 3 No’lu reaktörde yaşanan ufak bir kazanın santral içindeki su yalıtımında bir gedik oluşturduğunu, fakat olaydan dolayı dışarıya doğru bir sızıntı olmadığını belirtti.
Geçtiğimiz Çarşamba günü araştırmacı Fransız websitesi Mediapart, ülkenin nükleer enerji kapasitesinin %8’ini oluşturan Paluel santralinde bir dizi aksaklık olduğunu duyurmuştu.
Ayrıntılar için:
Today’s Zaman gazetesinin sorularını yanıtlayan Siemens Türkiye CEO’su Hüseyin Geliş, Türk piyasalarında rüzgar enerjisine olan talebin devam etmesi durumunda Türkiye’de rüzgar türbin kanatı üretim tesisi açabileceklerini ifade etti.
Geliş, rüzgar enerjisinde taşıdığı büyük potansiyel ve ufuktaki yeni düzenleme ile birlikte Türkiye gibi hızlı büyüyen ekonomilerin yenilenebilir enerji piyasasına açılmayı düşünen yabancı yatırımcılar için büyük fırsatlar yaratabileceğini belirtti.
Geliş, “Donanım, teknoloji ve uzmanlığını satmak isteyen küresel oyuncular Türk piyasasına ilgi gösteriyor. Amerikan yenilenebilir enerji geliştiricisi Renewable Energy Systems (RES), Rusya’nın devlete bağlı nükleer birimi Rosatom, Hamburg merkezli REpower Systems AG ve Danimarka’dan Vestas son örneklerden birkaçı. Pek çok yatırımcı da yasal değişikliklerin Meclis’te onaylanmasını bekliyor” dedi.
Yatırımlarını çeşitlendirmek amacıyla Siemens Bank’ı bir yıldan kısa bir sürede Türkiye’ye getireceklerini belirten Geliş, bankanın projeleri finanse edeceğini söyledi.
Bu arada geçtiğimiz yıl sonuna kadar rüzgar santrallerinden yalnızca 2,000 MW enerji elde edildi. Hükümet ise 2023 yılına kadar rüzgar enerjisinden 20,000 MG enerji elde etmeyi planlıyor.
Ayrıntılar için:
2010 yılı Aralık ayında düzenlenen BM iklim değişikliği konferansı sırasında Dünya Bankası tarafından başlatılan Piyasa Hazırlıklılığı Ortaklığı (Partnership for Market Readiness) kapsamında sekiz ülkeye 350 bin ABD doları hibe verildi. Hibenin bu ilk ödemesini Şili, Çin, Kolombiya, Kosta Rika, Endonezya, Meksika, Tayland ve Türkiye aldı. Ülkeler bu hibeyle seragazı salınımlarını azaltmak için piyasaya dayalı araçları nasıl projelendireceklerini, test edeceklerini ve uygulayacaklarını enine boyuna düşünüp planlayacaklar.
PHO hükümetler, uzmanlar ve kurumlar arasında kurulmuş multi milyon dolarlık bir ortaklıktır. Ortaklık, karbon salınımlarını azaltmak amacıyla yerel emisyon ticaret sistemi veya yeni uluslararası kredi mekanizmaları gibi piyasa araçlarından yararlanmak amacıyla teknik ve kurumsal niteliklerini geliştiren 15 ülkeye destek vermeyi hedeflemektedir. Fona Avustralya, Avrupa Komisyonu, Almanya, Japonya, Hollanda, Norveç, İspanya, İsviçre, Birleşik Krallık ve ABD destek vermektedir. Bunların dışında çok sayıda ülke de bu fona katkıda bulunmak istediğini belirtmiştir.
Ayrıntılar için:
Yakın zamanda yürütülen bir araştırmanın sonuçlarına göre karbon yönetimi uzmanlarının yarıdan fazlası meslektaşlarını yetersiz buluyor.
Böylesi bir algının yaygınlığı hiçbir sektör için hoş bir durum arz etmez, ancak olaya karbon yönetimi sektörü açısından bakıldığında durum daha da vahim olabilir. Çünkü düzenleyici ve çevresel baskılar nedeniyle şirketlerin, ülkelerin ve karbon denkleştirme projelerinin saldığı seragazlarını (GHG) ehil bir şekilde hesaplayacak ve doğrulayacak karbon yönetimi personeline olan talep artmakta.
Bu boşluğu gören iki sivil toplum kuruluşu, The Greenhouse Gas Management Institute (GHGMI) ve Eco-Canada, GHG uzmanlarının niceliği ve niteliğine yönelik yeni bir sertifikasyon programını bu hafta başlattı. Kurumların açıklamasına göre bu sertifika dünyada Uluslararası Standartlarlar Teşkilatı (ISO) akreditasyonuna sahip ilke ve tek karbon yönetimi uzman sertifikası.
ISO 17024 standardına sahip EP(GHG) programı sertifikası, bir işletmenin saldığı seragazını hesaplayan, belirlenen kriterlere uyulup uyulmadığını değerlendirip doğrulayan uzmanların yanı sıra karbon yönetimi alanında ilerlemek isteyen gençlere yönelik hizmet verecek.
Ayrıntılar için:
Bu hafta yayınlanan bir rapora göre dünyanın önde gelen 100 markasından 66’sının gerçekte gösterdiği sürdürülebilirlik performansı bu alanda sahip olduğu ünün çok aşağısında kalırken, geri kalan markalar ise sürdürülebilirlik alanında hak ettikleri tanınırlığa neredeyse hiç erişemiyor.
Brandlogic ve CRD Analytics tarafından hazırlanan bu raporun sonuçları, California’da gerçekleştirilen Sürdürülebilir Markalar Konferansı’nda açıklandı. Buna göre Google, Apple, Honda, Yahoo!, Visa ve sigorta şirketi Zurich’in de aralarında bulunduğu 17 firmanın algılanan çevresel, sosyal ve yönetimsel (ESG) performansı gerçekte sergilediğinden daha fazla. Yani bu firmalar kamuoyunda gerçekte olduklarından daha sürdürülebilir algılanıyorlar.
Buna karşılık finansal hizmet şirketi UBS ile Citi’nin gösterdiği yüksek ESG performansı, aynı markaların nasıl algılandığına bakıldığında hiç de belli olmuyor. “Sürdürülebilir Liderlik Raporu: Algıya karşı Gerçekliği Ölçmek” (Sustainability Leadership Report: Measuring Perception vs. Reality) adlı rapora göre ESG performansı gerektiği gibi algılanmayan öteki markalar arasında UPS, L’Oreal, Roche, Allianz, General Electric, PepsiCo, Coca-Cola, Dupont ve Kraft bulunuyor.
GreenBiz.com tarafından yeşil hale etkisi (green halo effect) olarak tanımlanan bu etkiye göre bir şirketin ürettiği çevresel bir ürün ya da getirdiği yenilik sayesinde piyasada yarattığı güçlü olumlu izlenim, firmayı ve firmanın bütün faaliyetlerini deyim yerindeyse parlatıyor.
İşte algıda ve gerçeklikte sürdürülebilirliğin meydan okuyanları (Challenger), geride kalanları (Laggards), girişimcileri (Promoter) ve liderleri (Leaders):
Ayrıntılar için:
İklim değişikliğinin meydana gelmesinde en az payı bulunan ülkeler, bu sorunun üzerine en çok eğilenler artık. Bu da bir çeşit Robin Hood’luk ama bu defa bildiğimizin tam tersi. Bizler varlık içinde yaşarken çocuklarımızdan yaşanabilir bir iklimi ve sahiden sürdürülebilir bir zenginliği çalıyoruz.
Stockholm Çevre Enstitüsü (SEI)’nün yayınladığı son rapora göre gelişmekte olan ülkeler emisyonlarını azaltmakta sanayileşmesini tamamlamış emsallerinden daha doğru yolda. Oxfam tarafından GROW Campaign için hazırlatılan rapordaki bazı bulgular çok çarpıcı:
-2020’ye kadar, Çin’in toplam emisyon kesintisi ABD’ninkini neredeyse ikiye katlayacak.
-2020’ye kadar, gelişmekte olan ülkelerin yapacağı emisyon kesintisi AB’ninkini üçe katlayacak.
-2020’ye kadar, BASIC ülkeleri olarak bilinen Çin, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya’nın emisyon kesintisi ABD, Avrupa, Japonya, Kanada, Yeni Zelanda ve Rusya gibi en gelişmiş ülkelerin toplamından biraz daha fazla olacak.
Oxfam İklim Değişikliği Politika Danışmanı Tim Gore, “İklim değişikliğiyle mücadele etmek için bütün ülkelerin hisselerine düşeni yapması gerekiyor” dedi.
Ayrıntılar için:
Volvo’nun üst düzey yöneticilerinden alınan bilgiye göre araçların trafikte takım halinde seyretmeleri, on yıl gibi bir süre içerisinde Avrupa kara yollarında yolculuğun yeni yolu olabilir.
AB’nin finanse ettiği SARTRE projesinde öngörülen “karayolu trenleri” ya da araçların trafikte takım halinde seyri, öndeki araçta yer alan profesyonel araç sürücüsünün sıra halinde arkasından gelen diğer araçları WiFi yoluyla çektiği bir konvoydan oluşuyor. Takımdaki her bir otomobil öndeki otomobilin mesafesini, hızını ve yönünü ölçerek kendini buna göre ayarlıyor. Bütün araçlar fiziksel olarak tamamen birbirinden ayrı olup kafileyi diledikleri zaman terk edebiliyor, ancak takımın içindeyken ve takım uzun mesafeli ortak hedefe doğru ilerlerken, sürücüler ellerini direksiyondan çekebiliyor, gazete okuyabiliyor ve başka şeylerle meşgul olabiliyor.
Karayolu trenleri konseptinin geliştirilmesi için tasarlanan AB programı SARTRE belirli aralıklarla hizalanan araçların trafik sıkışıklığını azaltacağına ve salınan emisyon miktarını %20 gibi bir oranda aşağı çekeceğine inanıyor.
Autocar dergisine konuşan Volvo’nun üst düzey güvenlik mühendisi Thomas Broberg, “Karayolu trenleri sürücülerin zamanlarını daha iyi kullanmasını, daha güvenli yolculuk etmesini, trafikte sıkışıklığın azalmasını ve çevrenin iyileştirilmesini sağlıyor. Zaten trafikte başka bir aracı takip ediyoruz, niye başkasının bizim aracımızı sürmesine izin vermeyelim ki?” dedi.
Ayrıntılar için:
ABD’li uzay ve havacılık şirketi Boeing’in en son yayınlanan çevre raporuna göre şirket; enerji tüketimi, karbon emisyonu, su kullanımı, zararlı atık üretimi ve ABD’deki atık depolama sahalarına gönderdiği atıkların miktarını belirgin bir şekilde azalttı.
Dün yayınlanan Boeing 2011 Çevre Raporu, 2007 ile 2011 yılları arasındaki dönemde beş çevresel kategoride %5’ten %26’ya kadar değişen bir oranda bir düzelme olduğunu gösterdi.
En çok ilerlemenin yaşandığı alanlar ise şunlar:
- Atıkların değerlendirilmesi: 2010 yılında şirket atık depolama sahalarındaki zararsız katı atıklarının %73’ünü yeniden değerlendirdi. 2009 yılında bu oran %68’di. 2007 ile 2010 yılları arasında şirketin bu atıkları değerlendirme oranı %26 iyileşti. Nisan ayında North Charleston’daki Boeing 787 montaj fabrikası şirketin dördüncü sıfır atıklı depolama sahası olurken, ayrıca “sıfır atıklı” statüsüne sahip ilk ticari uçak üretim tesisi oldu.
- Zararlı atıklar: 2009- 2010 yılları arasında Boeing şirketinin ürettiği zararlı atıkların miktarı %15 oranında azaldı. 2007 ile 2010 yılları arasında ise zararlı atık üretimi %23 oranında düşüş gösterdi.
- Su kullanımı: Şirket 2009 ile 2010 arasında su alımını %4,8 oranında azalttı. 2007-2010 arasındaki dönemde ise toplamda %11’lik bir düşüş kaydetti.
Raporda vurgulanan diğer gelişmeler ise şu şekilde:
- Uzun zamandır beklenen yeni uçağın görücüye çıkması: Dreamliner 787 ve 747-8 bu yılın sonlarına doğru ticari hizmete başlayacak. Yakıt verimliliği daha yüksek olan bu uçaklar daha az karbon ayakizi meydana getiriyor ve daha az gürültü yapıyor. Kompozitten üretilen gövde ve kanatlarıyla Dreamliner 787’nin yakıt verimliliği aynı boyuttaki uçaklara göre %20 daha fazla.
- Güneyde yeşil bir fabrika: Dreamliner uçağının üretildiği South Carolina’daki montaj sahası, sıfır atıklı olmasının yanı sıra ayrıca yenilenebilir enerjiyle çalıştırılacak. Enerji ihtiyacının %20’si South Carolina’da yeni inşa edilen Son Montaj Binası’nın 10 dönümlük çatısına yerleştirilmiş ince film panellerin ürettiği 2.6 megawattlık güneş enerjisinden, geri kalanı ise bir yenilenebilir enerji tesisinden satın alınarak karşılanacak. Şirket, bu yeni yapı için Amerikan Yeşil Bina Konseyi’nden en az LEED gümüş sertifikası almaya çalışıyor.
- Biyoyakıttaki gelişmeler: Şirket, 2011 yılı bahar mevsiminin başlarında İsviçre’deki École Polytechnique Fédérale de Lausanne ile geliştirdiği ortaklık çerçevesinde Boeing Sürdürülebilir Biyokütle Konsorsiyumu’nu kurdu. Bu girişim jet yakıtı üretmek için kullanılan biyokütle ve diğer sektörlerde kullanılan biyoenerji konusunda gönüllü standartlar ile düzenlemelerin getirdiği gereklilikler arasında daha iyi bir uyum yakalamayı hedefliyor.
Ayrıntılar için:
Dünya Bankası’nın yaptığı son araştırmaya göre küresel karbon piyasasının 2009’da 144 milyar dolar olan değeri geçtiğimiz sene 142 milyar dolara geriledi. Dünya Bankası bu gerilemeden Kyoto Protokolü’nün uzatılıp uzatılmayacağına dair belirsizliği sorumlu tutuyor.
Dünya Bankası’na göre, yatırımcılar Kyoto Anlaşması uzatılmazsa satın alacakları denkleştirme birimlerinin (ofset) geçersiz olacağından endişe duyuyor. Kyoto Protokolü Temiz Kalkınma Mekanizması’nın (CDM) geleceğindeki belirsizlik nedeniyle yatırımcılar daha öngörülebilir piyasaları tercih ediyor. Örnekse, BM destekli orman koruma planı REDD çerçevesinde, 2010 yılında işlem gören kredi sayısı bir önceki seneye kıyasla büyük bir artış göstererek 16,7 milyon’a ulaştı. 2009’da bu rakam yalnızca 2,8 milyon’du.
AB’nin emisyon ticaret sistemi EU ETS’nin değeri ise geçtiğimiz yıl %1’lik bir artış gösterdi ve 119,8 milyar dolar oldu.
Dünya Bankası’ndan yapılan açıklamaya göre AB karbon izin işlemleri, küresel piyasa değerinin %84’ünü oluşturuyor. Güvenliğinin artırılması durumunda EU ETS’nin piyasadaki hakimiyetinin sürmesi bekleniyor.
Ayrıntılar için:
http://www.businessgreen.com/bg/news/2075326/world-bank-reports-stagnant-carbon-market
Avrupa’nın ekonomideki dinamosu Almanya, Japonya’da yaşanan felaketin ardından yönünü atom enerjisinden yenilebilir enerji kaynaklarına çevirdi. Pazartesi günü açıklanan iddialı stratejiye göre ülkede önümüzdeki 11 yılın sonunda nükleer enerjiden tamamıyla vazgeçilecek.
Şansölye Angela Merkel daha çok güneş, rüzgar ve hidroelektrik santrallerine yönelik olacak bu dönüşümün öteki ülkeler için de bir örnek teşkil etmesini umduğunu belirtti.
Merkel başkanlığındaki hükümet yetkililerinden alınan bilgiye göre Avrupa’nın birinci dünyanınsa dördüncü en büyük ekonomisi olan Almanya’daki 17 nükleer santralin tamamı da kapatılacak.
Bu plan Almanya’yı öteki büyük sanayileşmiş ülkelerden farklı kılıyor. Öyle ki, G8 ülkeleri arasında yalnızca İtalya nükleer enerjiden üretmiyordu. İtalya’da 1986 yılındaki Çernobil felaketinin ardından yapılan referandumda nükleer enerjiye kapılar kapatılmıştı.
Öte yandan Almanya’nın bu kararı bazı ülkeler tarafından eleştirildi. Elektrik ihtiyacının %80’ini nükleer santrallerden temin eden Fransa’nın başbakanı Francois Fillon, en azından birkaç ülkenin nükleer enerjisi olmadan AB’nin emisyon azaltma hedeflerini yakalayabilmesinin imkansız olduğunu dile getirdi.
İsveç’in Çevre Bakanı Andreas Carlgren de Almanya’nın adımını eleştirerek böyle bir tarih koymanın talihsiz bir karar olduğunu ve bunun Avrupa’daki elektrik fiyatlarını artıracağını ifade etti.
Ayrıntılar için:
http://news.yahoo.com/s/ap/20110530/ap_on_bi_ge/eu_germany_nuclear_power